Süveyda VIII - Kuşlar da Kaderler Uçar

Hatırlar içinde gidip geliyor. Zihnim allak bullak. Bir an beliriyor geçmişin karanlığında.

Okulun duvarında oturuyorum yine. Sanki burada otursam Süveyda çıkıp geliverecekmiş gibi bir his var içimde. Anlamsız olduğunu biliyorum. Ama işte..

Bir alışkanlık var bende. Hayatımda genel gidişattan memnunsam, o sıra tekrarladığım bazı günlük ritüellerimde değişiklik olmamasına dikkat ederim. Örneğin kapıdan sağ ayakla çıkıyorsam, o sıralar buna özellikle dikkat ederim. Eskişehirspor amblemli kupamdan içiyorsam çayımı o sıra ve hayatımdan genel olarak memnunsam, özellikle dikkat ederim çayımı o kupayla içmeye. Gavurlar buna "gambler's fallacy" diyor. Yani kumarbazın yanılgısı. Kumarbazlar kazandıkları sırada yaptıkları şeyleri tekrar ederlerse, yine kazanacaklarını sanırlarmış. Ve aynı şeyleri yapa yapa her şeylerini kaybederlermiş. Ne kadar da tanıdık değil mi? Ben duvarın üstünde oturuyorum diye çıkıp gelmemişti köşeden Süveyda. Biliyorum. Ama yine de bu duvarın üstünde onu beklemekten hiç bir güç alıkoyamaz.

Yenilmiş gibi hissediyor insan böyle anlarda. Kaybetmiş. Niye ve neyi bekliyorum ki? Ne aşkta kazandım ne kumarda. Ne Mecnun olabildim ne de hovarda. Ama işte..

Her gün rastgele saatlerde üzerine çıktığım bu yanılgı duvarım ve belki de anlamsızca süregiden bekleyiş kumarım bir sesle bölündü. Bekleyişimin onuncu günü olabilir. İlk anda sesin nereden geldiğini kestiremedim. Biraz daha dikkatli bakınca duvarın dibinde bir şeyin kıpırdadığını fark ettim. Yanına atladım. Küçük bir kuştu bu.  Mavi, yeşil ve sarı renklerden bir şehrayin vardı sanki kanatlarında. Ama öyle kıpırdaman duruyordu. Uzandım, dokunmamdan dahi incinir belki gibi bir hissiyatla aldım elime. Yaşıyordu. Ben durumu anlatmaya "bir ses duydum"  diye başladığımda, kuşun yaşadığını zaten anlamıştın zaten sevgili okur. Ancak bakışlarımı paylaşsak o an duyduğum sesin yerde öyle kıpırdamadan yatan minik kuştan geldiğinden siz de emin olamazdınız. Emin olabilmek için avuçlarımda hissettiğim kalp atışlarını hissetmeniz gerekirdi. Ancak bu hissi sizinle paylaşamam ne yazık ki.  Bu konuda hayli bencilim.

Minik kuş bir ayağını saklıyordu. Ayağının incindiği muhakkak. "Acaba civardaki evlerden birinden mi kaçtı ki?" diye etrafa bakındım. Açık pencere görünmüyordu civarda. Bir tanesi hariç. Ben kuşla uğraşırken Komşu Anne'nin penceresinden beni izlediğini fark etmemiştim. "Nesi var o yavrucağızın?" diye seslendi uzaktan. Kuş elimde yaklaştım evine doğru. "Ayağı incinmiş heralde. Saklıyor" dedim. "İyi etmek lazım" dedi. Başıma iş alasım yoktu hiç. "Sana vereyim Komşu Anne" dedim. "Ama sana gelmiş. Senin nasibin o. Sıcak Sular'da kuşçular var. Oradan bir kafes al. Yem de al. Geçinir gidersiniz" dedi. Al başına belayı.. "İşim var komşu anne. Sende dursun mu işimi halledesiye kadar?" diye sordum. "Olur" dedi. Pencereye doğru uzattım, usulca aldı. Ben de kuşu tekrar almamak üzere uzaklaştım oradan. Benim yüzümden kana batmadı ya...

Bekleyişlerin sonu yoktur, yürürken de bekler bazen insan. Ben de Süveyda'yı yürüyerek beklemek istedim. Çarşıya doğru yürümeye başladım. Kalabalık kafasını dağıtabiliyor insanın bazen. Benim dağıtmadı. Onları görmediğimi görmesinler diye bir güneş gözlüğü almıştım. Genelde başımın üstünde duruyordu gerçi. Kimseyi görmeyişimin görülmesini dert edemeyecek kadar dert vardı zaten başımda. Derdim bir an azaldı sanırım ki, güneş gözlüğünü takmak istedim. Başımdan almak için elimi kaldırdığım sırada yere düşüverdi. Eğildim, aldım. Sapı yamulmuştu. Canım sıkıldı işin aslı. Seviyordum gözlüğümü. Körlüğümü fiyakalı bir şekilde saklayabiliyordu. Şansıma, satın aldığım dükkan çok yakındı. Hemen gittim. Gözlükçü evirdi, çevirdi. "Bunu tamir edemem. Sadece Sıcak Sular'daki gözlük tamircileri uğraşır bununla" dedi, geri verdi. Anlamıştım..Ve gitmek istemiyordum Sıcak Sular'a.

Halil'i aramaya karar verdim. Bilmediği bir sebepten uzun süredir aksatmıştım onu. İki üç hafta önce "Görüşelim" diye mesaj atmıştı. Aradım. "Nerelerdesin oğlum? Nasıl hayırsız çıktın sen öyle!" diye suçu onun üzerine attım ama yemedi. "Goygoy yapma da görüşelim. Gel yanıma" dedi. "Sıcak Sular'da gözlükçülerin oradayım." Yer mi bulamadın Halil? Niye oradasın ki? Anladım. Kaçış yok. Ama Kuş Çarşısı'na uğramayacağım. Bunu da kenara yazıyorum...

Sıcak Sular'a gittim. Halil'i aradım, açmadı. Hep böyle bir parça şerefsizdi zaten eskiden beri. Belki de ondan aramamıştım mesaj attığında. Çok da takılmadım. İnsanları olduğu gibi kabul etmekte fayda görürüm. Ayaklarım beni Kuş Çarşısı'na götürdü. Öyle dükkanları dolanmaya başladım. Kuş kafesleri, boş akvaryumlar, yemler.. Sonra dükkanın birinin önünde bakınırken bir adam çıktı. "Kafes mi bakıyorsun kardeş?" diye sordu. "Bilmem. Olabilir" dedim. "Şunu vereyim" diye bir tanesini uzattı. "Ne kadar o?" diye sordum. "60 lira" dedi. Elimi cebime attım. 10 TL vardı. Rahatladım. Almak zorunda kalmayacaktım. "On liram var sadece" diye gülümsedim. "Bunu al o zaman" diye küçük bir kafes çıkardı dükkanın arka kısmından. Küçücük bir kafesti. Yemlik kısmına da yem koydu bir külah. "Bu da benim hediyem olsun" dedi. Elimdeki parayı öylece uzattım farkında olmadan. Elimde kafes, beş  parasız Sıcak Sular'ın ortasında yürümeye başladım. Dolmuş paramı kafese vermiştim. Halil'i tekrar aramayı düşündüm, vazgeçtim. Anlamıştım. Bekleyenim vardı. Hızla Komşu Anne'ye gittim, kapıyı çaldım. Kuşu bir kenara koymuş evde, yemek yapıyormuş. Yaşlı insanlar biraz umarsız mı oluyor ne?

................

Şimdilik bu kadar. Bir ara devamını yazarım. Kim bilir ne zaman artık.

................

Sanırım bu hikaye bitti. Yazmaktan sıkıldım.